23 Kasım 2012 Cuma

Yanan Ev - The Burning House

İnsanın anılarından daha değerli neyi var hayatta? Her insanın hayattan soğuduğu anlar olmuştur ya da, üzgünüm ki, olacaktır. O anlar geçtiğinde dönüp arkanıza bakın, içeride bir yerlerde sizi gülümsetecek şeyler bulacaksınız. Bu bazen kardeşinizle aptal bir videoya, uyuyan ev ahalinden azar işitecek kadar yüksek sesle uluyarak gülmeniz olacak; bazen annenizin en sevdiğiniz yemeği yaptığını öğrendiğiniz an. Bazen de yıllar sonra elinize geçen, annanenizle bir Antalya yazının fotosu. Kimileri anılarının arasına aşkın herhangi bir halini katacak kadar şanslı olacaklar, kimileri de evlat sevgisini. Yıllar ötesinden ya da keyfiniz isterse dünden seçtiğiniz o an, diğerlerinin o anlarından binbin açıdan farklıdır, orası kesin. Bildiğim birşey var ki yüzünüzdeki gülümseme benzer olacaktır. Bu arada kızkardeşimle bozuştuk. Fotodaki ufaklık o.


Hatırladığım ilk anım, Ankara, yaş beş. En yakın arkadaşım Burak'ın elinde mavi renkli yün bir ip, bahçe boyunca koşuyoruz. Ardımızda kedileri. Çocukluğun getirisi o saf neşe hali. Kahkahalar atarak koşuyoruz. Herkesin ilk anısının,en azından kendi yüzünü gülümsettiğini umuyorum. Ne de olsa yaşanmışlıklar, ancak sahiplerinin çocuklarıdır. Bizi biz yapan materyal aslında yine onlarda saklı çünkü, bir nevi dna anılar. O anılar aklımızın bir köşesinde daimi yerlerini almışken, elle tutulur bir kısmı da bizimle ordan oraya seyahat eder. Kimisiyle zamanla vedalaşırız, kimisi de yıllar yılı çalışma masanızın bir köşesinde ya da dolabın birinde duran küçük bir oyuncaktır. Kıyamazsınız. Kırk yılda bir de olsa elinizi alabilecek olmanız, anılarınızın bir zamanlar gerçek olduğunun en büyük kanıtıdır. Onlar, vazgeçemeyeceğiniz anılar ve eşyalar sizi anlatıyorlardır. İşte tam da bu anlattıklarımla bağlantılı, Burning House Project (yanan ev projesi). Bir yangınla küle dönecek anılarınızdan, vazgeçemeyeceklerinizi ya da işte tam da sizi öğrenmek isteyen bir proje. Yaratıcısı Foster Huntington soruyor ""Eğer eviniz yanıyor olsaydı, neyi kurtarırdınız? Bu kullanışlı olan, değerli olan ve duygularınıza hitap eden arasında bir çatışmadır. Neyi alacağınız ilgilerinizi, geçmişinizi ve önceliklerini yansıtır. Bunu tek bir soruya yoğunlaşmış bir röportaj gibi düşünün" . Aslına bakarsanız, sorusunu sorarken ya da projeyi hazırlarken, olaya benden daha rasyonel baktığı kesin. Anıların bizi, potansiyel gelecek    bekletilerinden daha çok etkilediğine inandığımdandır ki olaya oldukça duygusal yaklaştım. Yani aşağıdaki küçük kızın ne tür bir problemi var bilmiyorum ama sanıyorum evim yanıyor olsa bu denli vurdumduymaz olmazdım. En azından yangını ben çıkarmadıysam...



Foster Huntington, fikrine proje demesinden de anlayacağınız üzere, paylaşmak isteyen herkese kapısı açık. Blogunda binlerce kişi kurtaracakları nesnelerin tümünü bir arada gösteren fotoları paylaşmışlar. Kendimce  en fazla sempati beslediğim birkaç tanesini paylaşmak istiyorum. Fikriniz olsun diye. Kalanına burdan ulaşabilirsiniz. Kendi listesini paylaşanlar expresssociety.blog@gmail.com'dan bana ulaşırlarsa, ben de seve seve burdan da paylaşırım.



Final olarak da kendimin Yanan Ev'den kurtarılacaklar fotosunu paylaşayım istedim:
Nedir ne değildir derseniz diye de şöyle açıklayayım istedim ki zaten açıklama da yapılıyor fotolar projeye eklenirken. Adetten anlayacağınız.

  • Sevgilimin hazırlayıp Barcelonalara getirdiği anı defterimiz.
  • Kendi anı defterim.
  • Ayıcık Ali Rıza (Efenim şöyle ki aslen İngiliz olsa da kendisi enseden aynen Yaprak Dökümü Ali Rıza Beydir. Adı da işte sonradan öyle oluverdi.)
  • Anne ve kardeşimin hediyesi deniz kabuklu kutu ve içerisinde sevdiklerimden aldığım hediyeler.
  • Ellerimle yaptığım Yüzüklerin Efendisi Kutusu ve içinde film yorumlarım.
  • Favori yemek kitaplarımdan: 500 İspanyol yemek tarifi kitabı.
  • Değerli dostumun hediyesi fener mumluk.
  • After Eight kutusu içindeki bir ton çocukluk fotosu.
  • En sevdiğim kitap: Aşkın Gücü.
  • Ve tabi kii Chico (Onu bu kareye sokana kadar çektiğimi kimseler bilemez herhalde)
  • (Sonradan gelen edit: Aslına bakarsanız telefonumu, ipad'imi cüzdanımı ve anahtarlarımı sonracıma ayakkabılarımı, hırkamı, birkaç ilacımı da son dakikada kapmaya çalışma ihtimalim yok değil. Sanırım yine de mantık ve işlevsellikten çok duygusal baktım olaya. Sonuç da işte görüldüğü üzere öyle oldu...)



Umarım herkese aslında önemli olanın ve bizi asıl mutlu edebileceklerin ne olduğunu hatırlama fırsatı vermiştir bu proje. Tabi bazılarına da kıyıya köşeye koyacakları ne olur ne olmaz lazım olur çantasını yapmalarını hatırlatmıştır. Katkım olabildiyse de sevinirim tabi ki efenim.

Yine gelin, hep beklerim...


20 Kasım 2012 Salı

Zombi Kıyameti: Başlangıç

Her insanın dünyanın sonu hakkında teorik inançları var. Kimisi tıpkı John Martin'in Dünyanın Sonu tablosunda betimlediği gibi depremdi, göktaşıydı, doğal felaketlerin  gazabından, kimisi açlıktan/susuzluktan kimisi de uçan spagetti canarından korkuyor. Benim en büyük teorim hepimizin birbimizi yiyeceği üstüne. Gün geçtikçe de insanların birbirine olan tahammülsüzlüğü ve kavgacı tavrı artıyor; öyle ki ben ekmek alırken sıra kavgasında yumruklaşan gördüm. Hani derler ya "didişe didişe birbirlerini yediler", aynen öyle işte bildiğin kavga dövüş derken birbirimizi yiyeceğiz olacak bitecek. Bu teorimi destekler nitelikte birkaç yaşayan ölülerin gazabı filmi/dizisi çekildi, yalnız olmadığımı bilmek güzel. Şimdi bu yazıyı yazmamın nedeni de olur da birgün hakkaten başımıza böyle bir iş gelir, ne yapıcaz ne edicez o konuda ağız birliği yapmak. Tabi burada bir tek benim ağzım var fakat sizlerin de görüşlerinizi bekliyorum. Paylaşmadan da edemem emin olunuz. Eğer siz de en azından olur mu olur diyorsanız, ben insanlık adına görevimi yaptım buyrunuz okuyunuz.





Walking Dead isimli diziye başladığım zamanlar, yaklaşık 6 ay önce,. 2. sezonun sonuna 3. günde geldim. Acayip sardı! Saran ve ciddi ciddi taktir ettiğim ise zombilerinin mükemmele yaklaşan inandırıcılıkları. Benim varsayımım şu ki zombi davranışları ve morfolojisi üstüne ana karakterlerin üzerine çalıştıklarından fazla çalışmışlar. Aslına bakarsanız, mini dizi olarak başladığını düşünürsek, karakterlerden çok zombilerin ilgi çekeceğini tahmin de etmişler zaten. Sonra yoğun ilgiyle karşılaşınca da 2. sezonunu, 13 bölümde olsa, tamamladılar. 3. sezonu da başlamış bulunuyor. Belirtmeliyim ki ciddi de bir kitlesi var. Şimdi haliyle karakterlerin de üzerine eğilmeye başladılar. 1. sezonu zombiler + insancıklar, 2. sezonu zombiler + korkudan vahşileşmeye başlayan insanlar olarak adlandırılabilir. 2. sezonun sonuna doğru insanlığımız nerde, olmadı ama böyle mesajı verilmeye başlandı fakat ben inanıyorum ki kimse insanlık minsanlık takmaz bu durumda. Nereye varacaktım unuttum tamamen, konuyu dalladım budakladım derken geldi! Şimdiye kadar izlediğim en başarılı zombiler bu diziden çıktı. Çocuğundan, yaşlısına tüm zombiler 1 km yakınımda olsa korkudan bayılacağım cinsten. Amannn korkağa bak demeyin, önce şuna bir göz gezdirin derim. 
Efenim aslında yazımın mantalitesi sizi böyle hoş paylaşımlarla diken diken etmek değil. Fakat gelin görün ki bir yanda da o günler yakında demek gibisinden mesaj kaygılarım da var. Bilemiyorum kaçınız takip ediyor fakat geçen aylarda geneli ABD'de olmak üzere birkaç vaka-i yamyam çıktı ortaya. Aralarında öylesine karşılaştığı birini kurban seçenler olduğu gibi kendi öz evladını şaşkın bakışlar arasında kovalayanı da çıktı. Biraz +18'lik vakalar olduğundan burda paylaşmaktan yana değilim aslında ama meraklılar için link vermemin sakıncası da yoktur herhalde. Baştan da uyaralım efendim, oldukça fena haberlerdir kendileri.  1. 2. 3. 4..





Adam yiyen ölü olayı filmleri içerisinde izlemediğim yok gibi gibi. Tamam! Doğumumdan önce yapılmış olanları izleyemediğimi itiraf ettikten sonra, sizlerin de dağarcığınızı geliştirmenize yardımcı olmak amacıyla, izlenecekler listesi yaptım. Eminim ki her türlüsünü izledimciler de listemi onaylayacaklardır. Başlamadan belirteyim ki liste için sıralama alfabetiktir, birini diğerinden ayıramadım. Ben Efsaneyim filminde ölüler kısmı olmasa da insan yemek üzere başkalaşım geçirmiş insanların olması yetiyor efendim. Aslına bakarsanız ağzından salyalar ve kanlar akarak bir insanın peşinden koşan diğer insanın, ölü mü yaşıyor mu olduğuyla ilgilenecek kimse tanımıyorum. 






Fimlerimizi de sıraladıktan sonra, üstüme düşen son görev de olur da dünyanın sonu böyle gelirse, bu durumdan paçayı nasıl kurtaracaksınız onu anlatmak, -emi? ile biten cümleler kurup bol bol tembihler etmek. Sonra sıcak ballı süt içirip, üstünüzü yanlardan bastıra bastıra yorganla örtmek. Bir gün tüm kadınların doğa ana tarafından bahşedilen anaçlığı bu denli iğrendirici boyuta ulaşırsa, az önce bahsettiklerimizin hepsinden daha  korkunç dünyanın sonu senaryosu olur sanıyorum. Kafamızı sağa sola "yoo yoo" der gibi sallayıp bu düşünceyi de uzaklaştırdık. Şu an üstüne düşünmemiz gereken adam yiyen ölü olayı var. Lütfen konsantre olalım....(10 dk sonra)...Denedim. Olmadı. Şöyle ki efendim, adam yiyen ölü olayından nasıl sağ kurtulunur olayını bir sonraki yazımıza erteleyelim. Yoo yooo, demeyiniz lütfen. Bu denli ciddi bir konu hakkında salim kafayla düşünmek, yazmak gerekir. Efendim, diyelim o gün geldi çattı. Adam yiyen ölüler sardı dört bir yanını, bastığın her yerde kol bacak duruyor, sen onları düşünmek istemesen de, onlar peşini hiç bırakmıyor. Beraber yürüdük biz bu yollarda. Ber...Evet diyelim ki oldu. Ve siz hazır değilsiniz yani buralara kadar gelip yazının ikinci bölümünü okumazsanız o gün ne mi yaparsınız? Sevgili Yiğit Özgür aklımın sınırlarını zorlasam kelimelerle anlatamayacağım kadar güzel anlatmış. Fazla söze gerek yok.




Yine beklerim biliyorsunuz. Hep beklerim....



18 Kasım 2012 Pazar

Medyum (Red Lights - 2012)


Markalaşmak. Yarım asrı sinemaya vermek belki faktörlerinden biridir. Yalnız bunu mükemmel biçimde yapmak, hep iyi yapmak, yetinmeyip en iyi yapmak... Robert De Niro olabilmek. Aslına bakarsanız bundan sonra heykel rolü yapsanız, insanları ekrana kitleyebileceğinizi ifade eder. Bir de Jack Nicholson var ki bütün film boyu sümkürse nefes almadan izlerdim. Neyse efendim, şimdi ortalığı karıştırmayalım Robert dedik onla devam edelim.


Robert De Niro'yu ilk, gerçekten, izlediğim film orta yaş zamanlarına rastlar. Bu film ne Taksi Şöförü (Taxi Driver 1976)'dür, ne Kızgın Boğa (Raging Bull 1980) ne de Baba II (Godfather II 1974)Robert De Niro'nun oyunculuğunun bana Hallelujah dedirttiği ilk film, Stanley & Iris (1989)'tir. İtiraf etmek gerekirse film bir insanın oyunculuğunu göstermesine önayak olacak filmlerden de değildir. Gündelik, sıradan fakat içinde gerçek hayatlar barındıran bir filmdir. Henüz izlemediyseniz ve 89 yapımı bir filmle yıldızınızın barışacağını düşünüyorsanız izleyiniz efenim. Eğer ki ben daha güncel bir film göreyim diyorsanız, buyrunuz Medyum (Red Lights 2012) izlemeye.
Medyum, aslına bakarsanız tam da oyuncularının kudretine dayanarak çekilmiş bir film. Oyuncu kadrosuna iki ismi kondurmuş ki, duvar dibine geçip iki takla bir salto atsalar izler millet. Sevgili De Niro ve Sigourney Weaver için en azından hislerim bu yönde. Diğerlerine gelince, vasat diyip geçmek durumunda kalacağım.


Hollywood'un son yıllarda özellikle genç kuşağına dahil ettiği birkaç isim var ki yadırgamayı nedense bir türlü bırakamıyorum. Bunlardan birisi de Cillian Murphy. Kendisini önümüzdeki 30 yılın Dolph Lundgren'i ilan ediyorum. Sonradan başımıza Jack Nicholson'da kesilse  timsah bakışlarının antartika buzullarından daha sıcak geleceğini sanmıyorum. Evet bu denli seviyesiz eleştiriden sonra filmin kendisi hakkında da konuşmak gerekir. Konusu itibariyle dünyanın en kötüsü olsa dahi izleyeceğim filmler grubuna giriyor. Dr. Margaret Matheson (Sigourney Weaver) ve asistanı Tom Buckley (Cillian Murphy) paranormal olaylar üzerine çalışmaktadırlar. Asıl amaçları psişik güçlerin ve paranormal olayların sahteliğini kanıtlamak gibi görünse de, aslında ikisi açısından da durum görülenden farklıdır. Bu dürtülerin peşinde araştırmalarına devam ederken de yolları ünü nam salmış medyum Simon Silver (Robert De Niro) ile kesişir. Bilhassa Tom'un odak noktası haline gelen bu kesişme sanılandan daha çarpıcı olacaktır. Falan gibisinden yazarsam belki izlersiniz ki filmin aslında konusu ilginç. Fakat gerilim unsurları v.s. o kadar klişe ki sonuna kadar sabredemeyebilirsiniz. O zaman tabii yazık olur. Sonu filmin en güzel yeridir herhalde. Onun dışında girişi ve sonucu dışında kalan tüm gelişme bölümü çok yüzeysel verilmiş. Medyum Simon Silver korku nesnesine dönüştürülmüş. Arada durup durup adamcağızı gösteriyorlar, böyle "alın medyum baya baya medyum çok medyum" gibisinden. Ben güldüm bazı sahnelerinde itiraf etmeliyim ki. Sizde izleyin derim yine de.


Bu arada kızdığım birşey daha var ki son zamanlarda moda oldu. Hani filmin sonunda birşeyler gösterirler ama sen ne anlarsan odur. Yani artık hiçbir yönetmen de "iyi de biz başında böyle bişi dediydik o noldu" ya da "eee şimdi ne olcak demez mi seyirci" demiyor. Demezlerse biz de eleştiririz işte. Oyuncuları ve konusu için izlenir mi izlenir. Beklentiyi 10 üzerinden 3'te tutarsanız filmin kendi konsepti adına beklentinizi fazlasıyla alırsınız. Haydi oyuncuları hatrına da 3 puan verelim. Etti mi 6. Ve 2012 yapımı Medyum filmi hayırlı  uğurlu olsun.

Ve tabii yine beklerim...